13 Ağustos 2009 Perşembe

Onlar mı yaşlı ben mi?

Easy desem... Bu adam gerçek mi desem? Ben dinlerken yoruluyorum, bu adamlar çalarken nasıl bu kadar dinç desem? Faith No More olduklarını anlamakta güçlük çekmezsiniz herhalde.
Canlı performans izlerken şarkılara eşlik edebiliyorsam kendimi daha güvende ve oraya ait hissediyorum. Aslında hissediyordum. Düne kadar. FNM şarkılarının hiçbirini -easy hariç- ezbere bilmiyorum. FNM'in yarattığı grupları seviyorum ve onların atasını izlemek için dün gece Maçka Küçükçiftlik Parkı'ndaydım.
İşten erken çıkıp tam kapı açılış saatinde oradaydım. Kapıda 10 kişilik minik bir grup içeri girmeyi bekliyordu. Özgün'ün biletini kapıya bırakıp içeriye girdim. "Konser battı" söylentileri doğru olsa gerek çünkü içeri-dışarı hareketimizi kolaylaştıracak bileklikler bile yoktu maalesef. O nedenle 18:20'de içeriye girip konser sonuna kadar o alanda kaldım :) Konserin batması çok normal çünkü içerideki minik kalabalığın neredeyse tamamı görevli ya da davetliydi. Çok beleş giriş olmuş, üzüldüm :) Önce Nekropsi çıktı sahneye ve sahnenin -seyirciye göre- sağ köşesinde sessiz sessiz oturan birini farkettik: Mike Patton...








Performans bitene kadar onları sahneden izledi. Nekropsi'den sonra Kurban'ın sahne hazırlıkları başladı. Onlarca kişi sahneyi hazırladılar ve az önce Nekropsi'yle sahnenin sağında döktüren Kerem Tüzün'ün de dahil olduğu Kurban performansı başladı.



'99 yılında Moda Cafco Cafe'de çalışırken, web sitelerini Cafco'nun da sahibi olan kardeşler yapıyorlardı. Cafco sayesinde dinlemeye başlamıştım Kurban'ı. Ve yine Cafco sayesinde yandaki müzik stüdyosundan arkadaşlar edinmiş, onların çaldığı grupları canlı izleme şansı edinmiştim. Üstünden 10 yıl geçmiş. Kurban'ın animasyon videosunun eskizlerini ben scan etmiştim, o nedenle yıllardır sahnede izlemediğim bu adamları karşımda görünce çook eski bir arkadaşımla konuşur gibi hissedeceğimi sanmıştım kendimi. O zamanlar Alt Kemancı'da çalarlarken, tam sahne yanındaki merdivenlere kurulup, Kerem ve Burak'ın şovlarını izlemek müthiş eğlenceliydi. Ama dün gece mutsuz oldum; bilmem neden çok "soğuk" geldi bana Kurban.

Vee Kurban'dan bir saat sonra bastonu ve çok şık takım elbisesiyle Mike Patton belirdi sahnede. Reunited çaldılar önce. Sonra bilmediğim ama dinlerken çok eğlendiğim şarkılar başladı. Easy geldi. Easy'den küçük bir kayıt var postta, tamamını kaydetmedim çünkü kaydetmeye konsantre olunca şarkıdan keyif alamayacakmışım gibi geldi :)



İki kez bis yaptılar. 25 yıldır ilk defa İstanbul'a geldikleri için çok mutlu olduklarını söylediler. Beleş tepeden onları izleyen "creature"lara şarkı ithaf ettiler. Çook ama çook eğlenceli bir performans kaldı aklımda. Ve Mike Patton'ın sesi iç sesim oldu bugün. Gözümün önünde de açık renk takım elbisesi ve dökülmeye yüz tutmuş ince telli saçları :)

Harikaydı!


Not: Fotoğrafların ve videonun kötü kalitesi için özür ama 2 mp kamerayla bu kadar oluyor :)

2 Temmuz 2009 Perşembe

Ice Age 3D

Hangi felsefeye göre bilinmez ama ben bi yerlerde bi hata yapıyorum ve saçmalıklar hep benim başıma geliyor.
Dün akşam Cinebonus Naitilus'ta Ice Age 3'ü 3 Boyutlu izlemek için mybilet.com üzerinden bilet satın aldım. Biletleri alırken +2,5 TL 3D gözlük bedeli de eklendi. Filme girmeden önce bilet kontrolü yapan görevli film çıkışında gözlükleri teslim etmemizi rica etti. Yani alınan 2,5 TL aslında "kiralama bedeli"ymiş. Birlikte gittiğim gruptan biri "kırarak teslim etmeyi" bile düşündü. Görevli de bezmiş olacak ki gözlüğü geri vermek için hamle yapmayana talepte bile bulunmadı.



Gelelim filme... Bence serinin diğer iki filmine göre daha az "komik"ti. Yeni karakter Buck müthişti. Seslendiren - Karakter benzerliğini ilk kez Shark Tale'de görmüştüm. Bu filmde de Buck'ı Simon Pegge'e benzetmişlerdi.3D bir filmi ilk kez izlemek şaşkınlığın yanı sıra zevk de verdi. Fragmanlarını gördüğüm tüm 3D filmlere geri vermediğim gözlüğümle gidicem :)

**foto: imdb.com

26 Haziran 2009 Cuma

Yas

Dün akşam Özgün telefonda söyledi Farah'in gittiğini... Bu sabah da Michael'in haberini aldım.

Annemin saçları da elbette ki Farah'in modelindendi. Hatta Özgün annemin o haliyle çektirdiği stüdyo fotoğraflarından
birini odasına astı poster gibi. Geçenlerde Sena uğradığında özellikle gösterdik onu. Annemin farah faşet saçlarını...

Çocukluğumdan bi parça koptu sanki.
Moonwal
ker'a Özgün çok istediği için gitmiştik. Çok uzundu, bitmek bilmemişti ve benim için çok fantastikti.
Herkesin bi Michael Jackson anısı vardır herhalde. İlk konseri ertelenmişti, annem göndermemişti o ertelenen konsere bizi. Sonrakine de göndermedi zaten :( MJ albüm çıkaracağı zaman yer gök inlerdi.



Naomi Cambell'la olan klibini en erkek olduğu klip seçmiştik ablamla. Tüm dünyada aynı anda gösterime girerdi klipleri. Hakkında bi sürü dava açılmış olabilir ama o herkesin kendi içindeki haliyle sabit. Benim gözümde hiç değişmedi mesela. Sır küpü bi adam. Neden beyaz olmak istediğini, neden saklandığını, neden burnunu yok etmeye çalıştığını, neden kimyasal kullandığını bilmiyoruz. CSI ve L&O takip edenler bilir ki tacize uğrayan çocukların çoğu tacizci yetişkinler olurlar. Yaralı, gizemli ve sınırsız yetenekliydi benim MJ'im ve ben onun için yastayım.

Rest in peace

7 Haziran 2009 Pazar

Sen

Zamirle anılmaya karşı olduğuna dair demeç vermiş Recep Tayyip Erdoğan. Yazının başlığını okurken Billur Kalkavan geldi aklıma. O zaman Elmax olan Digiturk kanalında program yapıyordu. Jess Molho konuktu. Gayet samimi bi sohbet olduğunu, bu insanların daha önceden tanıştıklarını düşünmüştüm. Oysa ki programın sonuna doğru Jess Molho, programa davet edildiği ve Billur Kalkavan'ı tanıdığı için çok memnun olduğunu söyledi. Çok şaşırdım çünkü birbirilerine "sen" diye hitap ediyorlardı. Birbirlerini önceden tanımayan insanların "sen" deme hakkı yoktu bana göre. Ve Billur Kalkavan "siz" hitabından hiç hoşlanmadığını ve iletişim içinde olduğu herkese "sen" dediğinden bahsetti. "Bu resmiyet İngilizce'de yoktur, herkes "you"dur" dedi. Aslında o kadar doğru ki... Bu resmiyete gerek yok. "Siz" dediğin insana daha çok saygı duymuyorsun ama ayıp olmasın diye ağzından çıkıveriyor.

Benim bu raddeye gelebilmem şimdilik çok mümkün görünmüyor ama denemek hoş olabilir.

29 Mayıs 2009 Cuma

"Dilber" Fırtına


ALES'e çalışmak bahanesiyle izin aldığım üç gün boyunca çalışmak dışında herşeyi yaptığım anlardan birinde Müge Anlı'nın programına denk geldim. Kendisinden yıllaaar yıllaar evvel yaptığı magazin programlarından beri (Dobra Dobra öncesi ve sırası) hazzetmiyordum. Neyse, yine aynı kötü kaşlarıyla programı sunuyordu ama programın konusu bana ilginç geldi. 23 (yazıyla yirmi üç) yaşında bi kadın 6 yaşındaki oğlunun kaybolduğunu ve bulunmasını istiyordu. Aslında o çok gönülsüz gibi görünüyordu da kocasının ailesi bulunsun diye çaba harcıyordu. Bu arada ben neredeyse hikayenin yarısını kaçırmışım çünkü çocuk Nisan başında ortalıktan kaybolmuş. Müge Anlı, bu kadına "Sen bu çocuğa ne olduğunu biliyorsun" diye yükleniyor, o da "Hayır apla hiçbişi bilmiyorum" diyor ve kocası da birşey söylemesin diye yan gözle bakıp "Ümiiiiit" diyor ve adamı susturuyordu. Benim denk geldiğim programlardan birinde Şerefcan'ın babaannesi çıkıp "Ben de kandırılmıştım, bu kadına dikkat" diyordu anneyi işaret ederek.

Hikaye içime işledi; anneme her akşam "Küççük Muhammed'le ilgili gelişme var mı?" diye sordum. Kadının çocuğunu birilerine para karşılığı sattığından o kadar emindim ki. Makyaj yapıp çıkıyordu programa... Değişikti. Yaşı çok küçüktü... 23 yaşında neler yaptığımı hatırlıyorum, gayet de ergendim. Bu kadın da yeni yeni ergenlikten çıkıyordu, makyaj yapmak isteyebilirdi. Hatta Müge Anlı bi ara ona makyaj çantası almaya niyetlendiğini bile söyledi. Ben olayın sıcaklığından bu sabaha kadar kopuktum sadece Muhammed'in bi düğünde çekilen görüntüleri vardı hafızamda. Minik ayaklarıyla ritm tutuyordu. O kadar sağlıksız bi ifadesi vardı ki. Yaşından daha küçük görünüyordu. Çok acıdım. Eğer sattıysa çocuğu en azından çocuk hasreti olan birine gitti çocuk diye düşündüm.
Sonra... Müge Anlı'nın kriz geçirdiği haberini okudum. Sadece üçüne denk geldiğim elli güne yakın zamandır kabus yaşıyormuşuz meğerse. 23 yaşında, çok erken evlendirilmiş, iki çocuk doğurmuş, kocası var ama o ayrı bi vaka dediğim ve üzüldüğüm, bazen de dalga geçtiğim kadın, oğlunun katil zanlısıydı. TV ya da sinemadaki abartılı aşk hikayeleri "Yuh, bu kadarı da olamaz!" diye kınayan insanların, bir de bu kadının hayatına bakmalarını öneririm. "Dilber" isimli bu kadın kocasını aldatırken oğluna basıldı, cimasına devam edebilmek için evin sahibi adama çocuğunu korkutmasını söyledi ve çocuğu dayaktan kendini kaybetti. Dilber ve ekibi hastaneye gitmek yerine Muhammed'i bi tarlaya attılar. Belki de baygındı, kim bilir ki? Tarla sahibi iskeletini buldu. Kuşlar, böcekler yedi Muhammed'in bedenini. Ve bu kadın -kendi iddiasına göre - diğer çocuğu da öldürülmesin diye bu kadar zamandır sustu... Cidden aklım almıyor ve hikayenin detayını öğrenmek istiyorum. Gerçekten de şiddet pornografisi bağımlısı olabilir miyim?

Korkusuzca üreyen bu insanlardan nefret ediyorum. Tutunacak başka şeyleri olmadığı için seks yapanların sorumluluğu da mı devlete ya da topluma ait?

Gözümün önünden o minik ritmci ayaklar gitmiyor!

**fotoğraf http://www.gazetevatan.com/ adresinden alındı.

30 Nisan 2009 Perşembe

Hak aramak mı?

Bu akşam "uzun haftasonu" vesilesiyle iki kız arkadaşımla birlikte bir kız filmine gittik. Gayet gelişmiş sinemamıza rezervasyonumuzu yaptırdık hatta içimizdeki gençlik ateşi sönmediğinden gnctrkcll marifetiyle bir beleş bilet slibimizi "kendi ellerimizle" aldık. Ancak "poslar çalışmıyor, ödemeyi nakit alacağız" ısrarı beni çıldırtmaya yetti. Caddebostan AFM'nin posları çalışmıyor çünkü internetleri yok ama ben gnctrkcll slibimi başka bir postan alabiliyorum. Saçmalık... Üstelik gayet lakayıt bir görevli söylüyor bunu bana... Çözümleri ben sunuyorum, biletixten satın alayım ancak bana fatura edilecek tüm ekstra masrafları size yansıtırım diyorum, kabul etmiyorlar çünkü bana sunabilecekleri internet bağlantısı yok. Cep telefonum marifetiyle yapmamı bekliyorlar. Davetiye istiyorum ve biraz üsteledikten sonra bir başka görevli geliyor bize üç adet davetiyeyi veriyor ve filmi izlememize izin veriyor. Film de neyse ki buna değiyor :)